Sizi ayrı ayrı tanıyoruz ama birlikte yola çıkış hikâyenizi dinlemek isteriz. Merve Küpeli ve Mine Küpeli kimdir?
Biz iki kız kardeşiz ama aslında bu yolculukta birbirimizin hem aynası hem pusulası olduk. Merve olarak ben, mimarlık ve sanat eğitimi aldıktan sonra uzun süre farklı şehirlerde, özellikle de New York’ta yaşadım. Sanat dünyasına olan tutkum hep vardı ama içimde bir yerde Anadolu’nun ruhunu ve kendi toprağımdaki potansiyeli keşfetme arzusu büyüyordu. Mine ise daha çok mimarlık ve strateji tarafında güçlüdür. O da kendi yolculuğunda pek çok sektörde deneyim kazandı. Sonra bir gün, aynı hayalin peşinden koştuğumuzu fark ettik: Yaşadığımız topraklarda gerçek bir sanat hikâyesi yazmak. İşte The Key Art Gallery böyle doğdu.
Sanayi sitesinde galeri açma fikri nasıl oluştu?
Tam da bu sorunun içinde cesaret var. Sanatın sadece “elit” mekânlarda değil, hayatın içinde, her yerde var olması gerektiğine inanıyoruz. Sanayi sitesi bu anlamda bizim için bir metafordu: Üretimin, emeğin, dönüşümün kalbinde bir sanat mekânı… İnsanları şaşırtmak ama sonra kalpten bağ kurmak istedik. Ve başardık da. O kontrast, galeriye giren herkesin aklında kalıyor.
Bir sergi açılmadan önce perde arkasında neler oluyor? Sanatçıyla ilk görüşmeden açılışa kadar süreci nasıl planlıyorsunuz?
Aslında her sergi küçük bir doğum gibi. Sanatçıyı önce dinliyoruz, sadece eserlerini değil, niyetini, iç sesini, kaygısını, heyecanını… Sonra o sergiyi birlikte kuruyoruz: metinler, yerleşim, görseller, iletişim, bazen perde dikimi bazen duvar boyası... Açılış günü geldiğinde ise o görünmeyen emekler sahne arkasında kalıyor ama hissediliyor. Çünkü izleyici, o özeni fark ediyor.
Kadın girişimciler olarak Eskişehir gibi bir şehirde sanat galerisi açmanın size göre en büyük zorlukları ve avantajları neler oldu?
Zorlukları elbette var: önyargılar, sistem dışı olmanın getirdiği belirsizlikler, maddi yükler... Ama tam da bu yüzden anlamlı. Çünkü her adımınızla başka bir kadına, başka bir genç insana “olabilir” duygusunu veriyorsunuz. Eskişehir ise sürprizlerle dolu bir şehir. Genç nüfusu, kültüre olan ilgisi ve zamanla oluşan sadık takipçi kitlesi bizim için büyük avantaj.
Hayalinizde bir gün uluslararası bir galeri kurmak ya da sanatçılarınızı yurt dışına taşımak var mı?
Kesinlikle! Hatta bunun ilk adımlarını attık bile. Sofya ile yürüttüğümüz kültürel iş birlikleri, Avrupa'daki bazı platformlara başvurularımız ve sanatçılarımızın uluslararası görünürlüğünü artırmak için yaptığımız çalışmalar bunun bir parçası. Bizim hayalimiz sadece yurt dışında bir galeri açmak değil; Türkiye'nin çağdaş sanatını dünyanın gündemine taşımak.
Bir sanat galerisini sadece sergi mekânı değil, yaşayan bir kültür alanı hâline getirmek için neler yapıyorsunuz?
Bunun için sürekli içerik üretiyoruz. Amacımız sadece eser leri göstermek değil, bir bağ kurmak. Sanatın sadece izle nen değil, birlikte düşünülüp konuşulan bir şey olduğunu hissettirmek. Bu yüzden her sergi bizim için bir iletişim dili de aynı zamanda.
Bugün geriye dönüp baktığınızda, bu süreçte "İyi ki!" de diğiniz bir anı bizimle paylaşır mısınız?
Galeriyi sanayi bölgesinde açmaya karar verdiğimiz an. Herkes “Yapmayın, kim gelir oraya?” derken, biz o tabelayı astık. O ilk gün gelen birkaç insanın gözündeki şaşkınlık ve ardından gelen hayranlık duygusu… O an “iyi ki” dedik, çünkü hikâyemizin yönünü belirleyen cesaret orada başladı.