Adalet Sahnesinde Sanatın Kalbinde HÜSEYİN AKÇAR
Hukuk ve sanat... Biri kelimeleri adalet için sıralar, diğeri duygularla gerçeği anlatır. İlk bakışta birbirine uzak gibi görünen bu iki alan, Hüseyin Akçar'ın hayatında şaşırtıcı bir uyumla buluşuyor. Gündüz adliye koridorlarında hak arayan bir avukat, akşam sahnede karakterlerin ruhuna bürünen bir tiyatrocu... "Kadınlar Konuşursa" adlı oyunuyla başarı ve emek ödülüne layık görülen Hüseyin Akçar, aynı zamanda kurucusu olduğu Sui Generis Tiyatro ile toplumsal sözünü cesurca ifade eden bir sanatçı.

Peki, bu çok yönlü yaşam nasıl mümkün oluyor? Tükenmeden üretmenin sırrı ne? Hem adaletin peşinden giderken hem de sahnede içsel hesaplaşmaları dile getirirken kurulan bu denge nasıl sağlanıyor? Sözü, kalbinin ve aklının rotasını aynı anda takip eden Hüseyin Akçar'a bırakıyoruz...
Hem hukuk hem sanat... İlk bakışta zıt gibi duran bu iki alan sizin hayatınızda nasıl bir uyum içinde ilerliyor? Hüseyin Akçar bu iki dünyayı nasıl dengeliyor?
Aslında hukuk da sanat da insanı anlamaya çalışır; biri aklın terazisinde adaleti, diğeri kalbin aynasında hakikati arar. İlk bakışta zıt gibi görünseler de benim hayatımda bu iki alan bir bütünün parçaları. Hukuk bana sınırları, sorumluluğu ve mücadeleyi öğretirken; sanat bana ifade özgürlüğünü, duygunun gücünü ve hayal gücünün sınırsızlığını veriyor.
Hukuki bir dilekçeyi yazarken kelimeleri ne kadar özenle seçiyorsam, sahnede bir metni işlerken de aynı titizlikle yaklaşırım. Çünkü her ikisi de bir anlatıdır. Birinde adaletin izini sürersiniz, diğerinde insan ruhunun derinliklerine inersiniz. Bu iki dünya arasında yürümek, dengede kalmayı değil, dengeyi kurmayı gerektiriyor. Hele bu dengeyi adaletle gerçekleştiriyorsanız, o zaman işinizi hakkıyla yapıyorsunuz demektir.
Sanat, hukukçu yönüme vicdani derinlik katıyor; hukuk ise sanatçı yönüme disiplin ve sorumluluk... Bu nedenle biri olmadan diğerini eksik hissederim. Denge, hayatımın merkezindeki en yaratıcı mücadele. Tiyatronun içinde kaybolmak aslında adaletli kalma mücadelesinin dışavurumu diyebiliriz. Bu anlamda iyi ki de ikisini beraber yürütebiliyorum.
"Kadınlar Konuşursa" oyunu ile başarı ve emek ödülüne layık görüldünüz. Peki "Sui Generis Tiyatro" sizin için sadece bir ekip mi, yoksa hayatınızda daha başka anlamları da var mı?
Sui Generis Tiyatro benim için bir ekipten çok daha fazlası. Bir hayalin, bir inancın, bir direnişin vücut bulmuş hali. Kurumsal bir yapının ötesinde, vicdanlı insanların, sözü olanların ve değiştirme cesareti taşıyanların bir araya geldiği bir yolculuk bu. Her oyun, sadece bir sahne performansı değil; aynı zamanda bir çağrı, bir isyan, bir yüzleşme.
"Kadınlar Konuşursa" ile aldığımız ödül, bu yolculuğun ne kadar doğru bir yolda ilerlediğinin bir göstergesi. Ama esas ödül, seyircinin gözlerindeki parıltı, bir cümlemizle değişen bir bakış açısı, bir sahne sonunda kurulan sessiz bağ...
Sui Generis, benim için hem üretmenin özgürlüğü hem de sorumluluğun ağı. Bazen bir umut ışığı, bazen bir içsel hesaplaşma. Kimi zaman bir itiraz, kimi zaman bir kucaklaşma. Yani yalnızca bir ekip değil; benim sesim, sözüm, duruşum. Yaşama sanatıyla, sanatla arasındaki en özel çizgi.
Sui Generis Tiyatro'yu; hayattaki idolüm diyebileceğim ve örnek aldığım bir kişi olan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in Eskişehir'e duyduğu aşk gibi tarif ederim. O "AŞKIM ESKİŞEHİR" der; ben de "Aşkım SUI GENERIS" derim.
Bir gününüzü izlesek, sabahından gecesine kadar neler görürüz? Avukatlık, tiyatro, dans, projeler... Bu tempoda üretim nasıl mümkün oluyor, tükenmeden nasıl devam ediyorsunuz?
Bir günüm, çoğu zaman bir sahne provası gibi başlıyor: planlı ama her an sürprizlere açık. Sabah erken saatte hukuk bürosunda başlayan mesaim, çoğu zaman bir dilekçeyle, bir müvekkilin hikayesiyle bir hak arayışıyla şekilleniyor. Ardından ülke gündemine dair bakışım ve siyasi düşüncemle ilgili çalışmalarım, faaliyetlerim. Sonrasında sivil toplum faaliyetleri içerisinde gönüllülük bilinciyle kaybolmam. Akabinde sahneye, prova alanına geçiyorum. Aynı günün içinde hem bir dosyada adaletin izini sürüyor; hem de sahnede bir karakterin duygularını yaşıyorum. Akşamları dans provaları, siyasi görüşmeler, bazen arkadaşlarımla yürüttüğümüz sosyal sorumluluk projeleriyle devam ediyor. Bütün bunların yanında ailemle vakit geçirmenin verdiği haz, yaptığım bütün işleri taçlandırıyor.
Bu tempo dışarıdan yorucu gibi görünse de benim için tam tersine besleyici. Çünkü her bir alan diğerini dengeleyen bir kaynak. Hukukun akılcı yönü, tiyatronun - sanatın duygusal alanıyla dengeleniyor. Sanatın yaratıcı tarafı, hukukta karşılaştığım sert gerçekleri dönüştürmeme yardımcı oluyor.
Tükenmemek için sırrım şu: ne yaptığımı değil, neden yaptığımı hatırlamak. Her şeyin merkezinde "insan" var. İnsana dokunan her şey ise beni ayakta tutan yakıt. Yoruluyorum elbette, ama tükenmiyorum. Çünkü her gün, inandığım bir dünya için yeniden başlıyorum.
Başarı sizin için ne demek? Bugüne kadar çok yönlü başarılar elde etmiş biri olarak, gençlere ya da kendine yeni bir yol çizenlere tek bir cümleyle ne söylemek istersiniz?
Benim için başarı, yoğunlukta gelen bir ödül. Hep derim; başarı yoğunlukta gelir diye. Gerçekte de öyle; başarıya ulaşabilmek planlı bir çalışmayı ve anı anına iyi değerlendirmeyi gerektrir. Başarı, gününü iyi planlamaktan geçer. Bu anlamda aslında "başarı" alkışın sesi değil; vicdanın sesiyle uyum içinde yaşayabilmek demektir.
Ve gençlere tek bir cümleyle şunu söylemek isterim: "Başkalarının pusulasıyla değil, kendi yüreğinizin rotasıyla yürüyün; çünkü gerçek başarı, kendin olmaktan hiç vazgeçmemektir. Aynı zamanda planlı programlı olacak şekilde anı ıskalamamak demektir."