Follow Life

Bağımsız Küratör "DEHA ÇUN"

KÜLTÜR & SANAT

 Öncelikle sizi çok kısa tanıyabilir miyiz?

Kadıköy Anadolu Lisesi’nde eğitimimi tamamladıktan sonra Sabancı Üniversitesi’nde İşletme okudum. Ardından kültür ve sanat alanına olan ilgim doğrultusunda Yeditepe Üniversitesi’nde tezli bir yüksek lisans yaptım. Kariyerimin ilk dönemlerinde, uluslararası ve kurumsal firmalarda pazarlama, ürün ve marka yönetimi alanlarında çalıştım. Sonrasında coworking sektöründe pazarlama, topluluk yönetimi, iş birlikleri ve sponsorluklar gibi departmanlarda yöneticilik ve danışmanlık yaptım. 2021 yılı itibarıyla, yüksek lisansla birlikte kültür ve sanat alanında küratörlük ve sanat danışmanlığı üzerine projeler geliştirmeye başladım. Böylece kariyerimde daha renkli, keyifli ve ölçeklenebilir alanlara yöneldim.

Bağımsız küratör olarak çalışıyorsunuz ve genellikle bağımsız sanatçılarla yan yana geliyorsunuz. Bu durumun zorlayıcı tarafları neler oluyor, size hangi açılardan geliştirici bir alan sunuyor? Piyasaya ve sanat ekosistemine bakış açınızı nasıl şekillendiriyor?

Genellikle olumlu yönlerden başlamak gerekirse, bağımsız olmanın avantajlarını kullanmaya çalışıyorum. Hem sanatçılarla hem de benim gibi bağımsız çalışanlarla iş birlikleri yaparak, alternatif mekanlarla ortaklıklar kuruyorum. Tabii ki, bir sanatçının galeride temsiliyetinin olması çok değerli. Ancak bağımsız çalışmalar da kendi içinde çok kıymetli; sanat profesyonelleri veya küratörler kurumlarla ya da bağımsız şekilde çalışabiliyorlar. Bizim için bağımsız sanatçılarla çalışmak her anlamda daha avantajlı ve esnek olabiliyor. Temsiliyeti olan sanatçılarla da belirli projelerde işbirlikleri yapıyorum. Projeyi başından sonuna birlikte planlayabilmek, hem sanatçının hem de benim tarafımdaki hayalleri, istekleri ve beklentileri birlikte yazmak ve yönetmek büyük bir rahatlık sağlıyor. Bu süreçte karşılıklı öğrenmenin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Küratör olarak kurguyu yaparken, sanatçının ne istediğini önemseyen bir yaklaşım sergilemek gerektiğine inanıyorum. Keşke tüm projeler böyle ilerlese, çünkü bu hem değer yaratıyor hem de projeyi çok daha anlamlı kılıyor. Sanatçı tarafında da, karşılıklı paslaşmalarla sanat danışmanlığından öte, bir anlamda sanatçı danışmanlığı gibi organik ve ileriye dönük süreçler gelişebiliyor. Bu, sanat pratiğinin şekillenmesinde oldukça faydalı oluyor. Bağımsız olmak keyifli ama “doğru ya da yanlış” gibi net bir yargıya varmak yerine, her şeyin sanatçının ve profesyonelin tarzına ve o anki koşullarına göre değiştiğini düşünüyorum. Çünkü sanatçılar mezun olduklarında bağımsız sanatçı olarak yola başlıyorlar. Bu nedenle özellikle genç ve bağımsız sanatçılarla çalışmanın kıymeti büyük; onların kariyerlerinde sonraki adımları daha bilinçli ve rahat almalarına yardımcı oluyorum.  

Yüksek lisans tezinizde Y ve Z kuşaklarının sanat koleksiyonerliği anlayışını incelemişsiniz. Sizce genç koleksiyonerlerin yükselişi hem Türkiye’de hem de globalde sanat piyasasını nasıl dönüştürüyor?

Tez konusunu seçmek benim için çok önemliydi çünkü bu çalışma hem sektör, hem sanatçılar, hem de kendim için keyif aldığım ve katkı sunabileceğim bir alan olmalıydı. Akademik çalışmaların sektörde sadece bir kenarda kalması bence çok değerli değil; bu yüzden tezimi kitaplaştırma aşamasındayım. Umarım sektörün tüm paydaşları için faydalı bir referans olur. Genç koleksiyonerler, yani Y ve Z kuşakları üzerine yaptığımız çalışmada genel olarak baktığımızda, hem global hem de yerel sanat piyasasının geleceğinin umut verici olduğunu görüyoruz. Türkiye özelinde baktığımızda, ikinci nesil koleksiyonerlerin sektörde giderek daha aktif roller üstleneceği bir döneme giriyoruz. Ayrıca, eğitimli gençlerin sanat faaliyetlerine katılımı ve çevrelerinde sanatla ilgili kişilerle olan etkileşimleri, ekosistemin büyümesine önemli katkılar sağlıyor. Kültür ve sanatın her branşında bu tür gelişmeler gözlemleniyor. Özellikle erişilebilir fiyatlarda ve yeni keşfedilmiş sanatçıların yer aldığı platformlar genç koleksiyonerlerin ilgisini çekiyor. Ben de Contemporary İstanbul Bloom fuarında beş kişilik seçkiyle yer alarak, özellikle belirli sanatçılarla çalışmayı tercih ettim ve bu sayede farklı yaş gruplarından koleksiyonerlerin bu sanatçılarla tanışmasını sağladım. Bu da genç koleksiyonerlerin yükselişinin piyasayı nasıl çeşitlendirdiğinin güzel bir örneği. 

Bir inisiyatif olarak, Contemporary Istanbul Bloom yolculuğunuz nasıl gelişti? Bugün geldiğiniz noktada bu süreç sizin küratöryel yaklaşımınızı ve sanatçılarla ilişkinizi nasıl etkiledi? Bundan sonrası için nasıl bir yol haritası çiziyorsunuz?

Genellikle fuarlara kurumlar ve galeriler katılırken, Contemporary Istanbul Bloom’un en büyük avantajı inisiyatiflerin de yer alabilmesine olanak sağlaması. Benim de bir inisiyatif olarak yer almam, üç yıldır sürdürdüğüm “Birlikte Geleceğe” adlı karma sergi serisi sayesinde gerçekleşti. Bu sergiler, yaklaşık 50 sanatçıyı ve 100’den fazla eseri bir araya getiren büyük ve kapsamlı bir sanat ortamı yarattı. Üç yıl üst üste gerçekleştirdiğimiz bu projeler, adeta bir inisiyatif ruhu taşıdı ve sadece küratöryel bir çalışma olmaktan öte, kolektif bir hareket haline geldi. Bu sürecin, bana ve benim gibi sektöre emek veren sanat profesyonellerine fuar ortamlarında bir yer ve yol gösterici olduğuna inanıyorum. 

Bugün genç kuşakların sergi ziyaretleri, sanatla ilgilenme biçimleri ve küratörlüğe bakışları hakkında nasıl gözlemleriniz var? Sanata olan bu ilgi size heyecan veriyor mu?

Genç kuşağın – yani özellikle Y ve Z kuşaklarının – sanata olan ilgisi beni gerçekten heyecanlandırıyor. Bu kuşaklar bir şeye ilgi duyduklarında, bilgiye ulaşmakta çok hızlı ve cesurlar. Karşılarında bir galerici, sanatçı ya da sanat danışmanı olsun, doğrudan iletişim kurmaktan çekinmiyorlar. Bu, hem diyalogları kolaylaştırıyor hem de sanatın daha erişilebilir ve içselleştirilebilir hale gelmesini sağlıyor. Aslında bu sadece kuşaklara özgü bir durum değil; günümüz izleyicisi – yaşı kaç olursa olsun – daha doğrudan, daha samimi ve açıklayıcı bir ilişki bekliyor. Sanatçının hikayesini duymak, bir eseri heyecanla incelediğinde onunla ilgili daha fazla bilgi alabilmek ve hatta fiyatını dahi öğrenebilmek izleyiciyi sanatla daha da yakınlaştırıyor. Bu şeffaflık ve iletişim kanallarının açık olması, hem ilgiyi sürdürüyor hem de güven duygusunu artırıyor. Geleneksel galeri yapılarının zaman zaman mesafeli ve izole kaldığı noktada, özellikle genç kuşak izleyicilerin bu yapıları daha kapsayıcı hale getirme talepleri bence çok değerli. Eğer kurumlar ve profesyoneller uzun vadeli bir etki yaratmak istiyorsa, bu yeni bakış açılarını dikkate alarak daha açık ve etkileşimli modeller geliştirmeliler. Yüksek lisans tezimde de değindiğim gibi, bu değişim kaçınılmaz ve dönüşüm süreci aslında çoktan başlamış durumda. 

Kimi zaman bir otelde, kimi zaman tarihi bir mekânda ya da kamusal alanda sergiler kurguladığınızı biliyoruz. Bu çeşitlilik size nasıl bir deneyim sunuyor? Bundan sonraki adım yurtdışı projeleri mi olacak?

Bu yıl, farklı tarzlarda ve alternatif mekanlarda çalışabilme fırsatı bulduğum çok kıymetli bir yıl oldu benim için. Örneğin, Bodrum’daki koleksiyoner oteli gibi çok özel ve tarihi dokuya sahip bir mekânda sergi düzenlemek benim için büyük bir şanstı. Yazlık mekanlarda yapılan sergiler genellikle finansal ya da satış odaklı büyük beklentiler taşımıyor ama bu dönem oldukça verimli geçti diyebilirim; yaz boyunca eş zamanlı üç sergim devam etti. Bir tanesi bahsettiğim oteldeydi, bir diğeri ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Haliç’te restore edilmiş tarihi bir mekânda oldu. Oranın kurallarına uygun bir kurgu ve asma süreci gerçekleştirdik. Bazen beyaz küp dediğimiz klasik galerilerde doğrudan çalışmakla, tarihi ya da alternatif mekanlarda çalışmak çok farklı deneyimler sunuyor. Mekanın kural ve atmosferine uyum sağlamak gerekiyor, bu da projeye farklı bir derinlik katıyor. Projeler genellikle hem bizim hedeflerimiz doğrultusunda hem de gelen talepler doğrultusunda şekilleniyor. Yeni sezon için çok heyecan verici işler var ve tabii ki yurtdışı bağlantılarım da mevcut. Fuarlardan edinilen kontaklar sayesinde uluslararası projeleri de gündeme alıyorum ve bunları en iyi şekilde planlayarak, başarılı işler ortaya koymayı hedefliyorum.

Sanatla iç içe büyümüş, aileden gelen bir kültürle şekillenmiş birisiniz. Bugün hem küratör hem sanat danışmanı hem de genç bir koleksiyoner olarak, sizi en çok motive eden şey nedir?

Bu farklı roller, aslında aynı ekosistemde, aynı kişilerle ve benzer ortamlarda yürüyen süreçler. Atölye ziyaretlerine gittiğimde genellikle tek bir amaçla gitmiyorum; çünkü bağımsız çalışmanın en büyük avantajı kiminle çalışmak istediğimi seçebilmek. Sanatçılar da benzer şekilde tercihlerini yapabiliyor. Bu karşılıklı özgürlük, beraber çalıştığım sanatçıları hem kişilik hem de sanatları açısından sevdiğim kişiler arasından seçmemi sağlıyor. Ayrıca, bu sanatçılar genellikle kendi koleksiyonumda da yer alan ya da koleksiyonuma katmayı çok istediğim isimler oluyor. Bu yüzden küratörlük, sanat danışmanlığı ve koleksiyonerlik rollerim birbirini tamamlıyor ve beni motive eden en önemli unsur, bu tutkulu ve özgür iş birliği ile sanatçıların gelişimine katkıda bulunabilmek. Her yaş grubundan sanatçıyla birlikte çalışmak ve onların yolculuğuna paydaş olabilmek benim için çok değerli.

Böyle bir yola girip kariyerimi yeniden şekillendirdiğim noktada, bunu yapabilmemi aslında aileme borçluyum. Diğer taraftan, sizin de bahsettiğiniz gibi iş çocukluğuma kadar uzanıyor; merhum dedem ressamdı. Benim çocukluğum hep bu ortamda geçti. Seyahatlerde, daha 4-5 yaşındayken yurt dışında müzeleri gezmek belleğimde çok önemli bir yer bıraktı. Hatta bana ilk kez “Ne olmak istiyorsun?” diye sorulduğunda verdiğim cevap ressam olmuştu. Sonrasında işletme okuyarak kültür ve sanat sektörünün işletme tarafına yoğunlaştım. Bugün ise bu alanda ilerliyorum ve umarım uzun yıllar başarıyla devam ederim. 

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.