Endülüs

Devam yazısı...

SEYAHAT 29.09.2025, 13:48 Yeni Kullanıcı
Endülüs

Granada’dan Cordoba iki saatlik bir yolculuktan sonra ulaşıyoruz. Cordoba, tarihi mimarisi ve kültürel mirasıyla dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri. Özellikle İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi üç büyük kültürün izlerini taşımaktadır.

Cordoba, MÖ 2.yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun önemli bir şehriydi. Hala ayakta olan Roma Köprüsü (Puente Romano) bu dönemden kalmadır. Guadalquivir nehri üzerinde yer alan köprüden geçerek şehre giriyoruz. Bugün seyahatimizin önemli sebeplerinden biri olan Kurtuba Cami’sini gezeceğiz.

Cordoba yada Kurtuba’nın nüfusu yaklaşık 325.000’dir. Uzun süre Endülüs Emevilerinin egemenliğinde kalan şehirde en önemli eser, İspanyollar tarafından ‘Mezquita’ olarak adlandırılan Kurtuba Cami’sidir. Başlangıçta büyük cami olarak inşa edilmiş, 1236’da Katolik İspanyollar’ın şehri ele geçirmesinden sonra kiliseye çevrilmiş olup, günümüzde katedral olarak kullanılmaktadır. 1984 yılında Unesco ‘İnsanlık Mirasları’ listesine alınmıştır. Endülüs döneminin en görkemli yapılarından biri olan Kurtuba camii’nin içinde yaklaşık 850 sütun var. Sütunlar mermer, granit ve jasperdan yapılmıştır. En dikkat çekici özelliği ise İslam sanatının simgesi olan at nalı şeklinde kırmızı-beyaz kemerleri. Mihrap, altın mozaiklerle süslü ve çok gösterişli. Halifenin namaz kıldığı özel alan zarif taş oymalarla işlenmiştir. 

Kurtuba Cami’nin tam ortasına yerleştirilen büyük bir nef ve yüksek tavanlı Rönesans tarzdaki katedral bölümü görülmektedir. Devasa orglar ve ahşap oymalar dikkat çekicidir. Aynı yapıda hem camii hem katedral görülebilecek eşsiz ve tek örnektir.

Cordoba’da Juderia (Yahudi Mahallesi) dar sokakları, beyaz badanalı evleri ve küçük meydanları ile Yahudi mirasının canlı hissedildiği bir yerdir. 1305 yılında yapılan Sinagoga de Cordoba bulunmaktadır. 

Flamenkonun başkenti olan Sevilla, dansları, tarihi dokusu ile gelenleri kendisine hayran bırakan bir şehir. İspanya’nın güneybatısında, Endülüs özerk bölgesinin en büyük şehri olan Sevilla’nın nüfusu 1.758.720’dir. Atlas Okyanusundan 87 km kadar içeride, Guadalquivir Nehrinin doğu yakasında yer alan Sevilla başkent Madrid’e 550 km uzaklıktadır.

Sevilla şehrinde bulunan Plaza de Espana’nın mimarisi ile İspanya’nın en güzel meydanı olduğunu söyleyebilirim. 1929 yılında İspanya ile Latin Amerika ülkeleri arasındaki ilişkileri geliştirmek için düzenlenen İbero-Amerikan Expo Fuarı için yapılmış. Hilal şeklindeki yapının etrafında 515 metre uzunluğunda bir kanal bulunması sebebiyle Endülüs’ün Venedik’i denmektedir. Kanal boyunca küçük sandallarla gezilebilir. Sütunlu galeriler, çini işlemeler ve kemerli yapıları ile görülmeye değer. Yapının cephesinde kullanılan harika seramikler Endülüs’ün geleneksel el sanatları ile bezenmiş. Meydanın duvarlarında İspanya’nın 48 ili için ayrı ayrı yapılmış, her ilin tarihi bir olayını temsil eden çini panolar bulunmaktadır. Bu panolar aynı zamanda bank şeklinde ve üzerine oturabiliyorsunuz. Fotoğraf çekerken kulağımıza hoş gelen f lamenko müziğine doğru yürüyünce harika bir flamenko gösterisine denk geliyoruz. Bu güzel mekanda bu gösteriyi seyredebilmek hoş bir sürpriz oldu bizim için. 

El Arenal, Sevilla şehir merkezinde bulunan tarihi bir mahalle olup, şehrin en canlı, kültürel ve geleneksel bölgelerinden biridir. Sevilla; tapas barları, flamenko sahneleri, boğa güreşi arenası ve tarihi yapılarıyla çok güzel bir şehir. Sevilla limanı 15.-17. yüzyıllarda Avrupa’nın Amerika’ya açılan kapısıydı. 

Plaza de Toros de la Maestrana İspanya’nın en eski ve önemli boğa güreşi arenalarından biridir. İçinde boğa güreşi müzesi Museo Taurino bulunan arenada hala boğa güreşleri yapılmaktadır. 

Santa Cruz mahallesi, Sevilla’nın en eski, en romantik ve turistik mahallelerinden biri. Sıcaktan korunmak için dar ve gölgeli sokakları, beyaz badanalı evleri, demir parmaklıklı pencereleri, çiçekli avluları, portakal ağaçlarıyla dolu meydanları ve tarihi havasıyla beni çok etkiledi. Orta Çağ’da Yahudi Mahallesi (Juderia) olan Santa Cruz, 1931’den sonra Yahudiler tarafından terk edilmek zorunda kalmış. Santa Cruz’un hemen yanında bulunan Sevilla Katedrali Avrupa’nın en büyük gotik katedralidir. Eski cami minaresi olan Giralda, bugün çan kulesidir. Unesco Dünya Mirası olan bu yapı, hem mimari ihtişamı hem de taşıdığı tarihi ve dini anlamla Sevilla’nın en önemli yapısıdır. Ünlü kaşif Kristof Kolomb’un mezarı buradadır. 

Eski kraliyet sarayı olan Sevilla Alcazar, İspanya Kraliyet Ailesi’nin Sevilla’daki resmi ikametgahı olarak günümüzde de kullanılmaktadır. Aynı zamanda halka açık bir müze ve anıttır. 1987 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmıştır. Game of Thrones dizisinde Dorne Krallığı’nın sarayı olarak kullanıldı. Sevilla’da sahnede profesyonel dansçıların yaptığı f lamenco gösterisi gerçekten seyretmeye değer. 

Toledo, Madrid’in yaklaşık 70 km güneyinde, Tajo (Tagus) nehri kıyısında kurulmuştur. 1986’dan beri Unesco Dünya Mirası Listesinde bulunan şehrin nüfusu yaklaşık 85.000 dir. Ünlü Rönesans ressamı El Greco, hayatının büyük bir kısmını Toledo’da geçirmiştir. Şehir onun sanatıyla adeta özdeşleşmiştir.

Toledo ayrıca kılıç yapımıyla meşhurdur. Bugün hala birçok atölyede el yapımı kılıçlar ve zırhlar üretiliyor. Toledo’nun dar sokaklarını yürüyerek keşfetmeye başlıyoruz. Engebeli arazi yapısı nedeniyle çoğu yokuş olan dar ve dolambaçlı sokakların hepsi Zocodover Meydanı’nda birleşir. Toledo Katedralinin yapımına 1226 yılında Kral III.Fernando döneminde başlanmıştır. Kilisenin El Greco, Francisco Goya, Anthony van Dyck, Luis de Morales tablolarının bulunduğu zengin bir müzesi vardır. 

Her yıl Paskalya’dan sekiz hafta sonra, Toledo’da bir haftalık Corpus Christi Bayramı kutlamaları başlarmış. Corpus Christi bayramı İsa’nın gerçek bedeninin ekmek şeklinde insanlara sunulmasını anmak için. Bu yıl 27 Mayıs’ta başlayıp 2 Haziran’a kadar devam edecekmiş. Bizim 30 mayıs tarihinde Toledo’da olmamız büyük şans. Şehir, tenteler, çiçekler ve çelenkler ile süslenmiş. Her yıl müzik grupları eşliğinde renkli bir geçit töreni düzenlenmektedir. Geleneksel olarak tören meydanının zeminine biberiye, lavanta ve nane gibi aromatik bitkiler serilir. Saat 11:00 civarında katedralden başlayan Custodia de Arfe adlı muhteşem altın-gümüş monstrans (160 kg 16.yüzyıl eseri) simgesel geçitle şehri dolaştırılır. Geç Gotik mimari tarzında çok katlı ve detaylı bir kule gibi yapılmıştır. Yüksekliği yaklaşık 2.5 metre kadardır. Üst kısmında yer alan küçük altın bölümde kutsal kabul edilen kutsanmış ekmek taşınır. Bu Katolik inancına göre İsa’nın vücudunu simgeler. Askeri akademiden gelen öğrenciler ve dini kardeşlikler eşlik eder; halk saygıyla eğilir. alkışlarla ilerlerler. Geçit törenini göremesekte şehri böyle süslenmiş görmek bir ayrıcalıktı doğrusu.

Toledo’nun tarih merkezinde yer alan Plaza del Ayuntamiento, yani Belediye Meydanı özellikle Toledo Katedrali ile birlikte Corpus Christi gibi büyük dini törenlerde şehrin kalbinin attığı yerdir. Barok ve Rönesans etkilerini taşıyan simetrik cepheli belediye binası, 1575’te Juan de Herrera ve Jorge Manuel Theotocopuli (El Greco’nun oğlu) tarafından tasarlanmıştır.

Plaza de Zocodover yüzyıllardır pazar, geçit, kutlama ve hatta idamların gerçekleştiği Toledo’nun ana meydanıdır. Zocodover arapça hayvan pazarı ifadesinden türemiştir. İlk dönemlerde atlar, eşekler ve yük hayvanları pazarı olarak kullanılmıştır. Meydan üç tarafı kemerli galerilerle 18. ve 19. yüzyıl binaları ile çevrilidir. Günümüzde kafeler, dondurmacılar ve hediyelik eşya dükkanları ile dolu buluşma noktasıdır. 

Ve seyahatimizin son durağı Madrid’e ulaşıyoruz. Madrid İspanya’nın başkenti ve en kalabalık şehridir. Manzanares nehrinin üzerinde ülkenin tam ortasında yer alır. Bu yüzden İspanya’nın kalbı olarak anılmaktadır. 9.yüzyılda araplar tarafından küçük bir kale olarak kuruldu. 1561 yılında Kral II.Felipe, kraliyet sarayını buraya taşıdı ve Madrid başkent oldu. Madrid sanat, tarih, yaşam tarzı, futbol ve gece hayatıyla Avrupa’nın kültürel merkezlerinden biridir. Madrid de dünyaca ünlü üç büyük müzesi bulunmaktadır. Museo Prado’da 1819 yılında İspanya Kraliçesi Maria Isabel de Braganza (Kral VII. Fernando’nun eşi) tarafından kurulmuştur. Başlangıçta sadece İspanyol Kraliyet Koleksiyonu’nu sergilemek için açılmıştır. Zamanla İspanyol, İtalyan, Flaman ve Avrupa ressamlarının eserleri ile büyümüştür. Velazques, Goya, Rubens ve El Greco başta olmak üzere birçok sanatçının eserleri görülmektedir. Museo Reina Sofia bünyesinde Picasso’nun meşhur tablosu Guernica’sı bulunmaktadır. Museo Thyssen-Bornemisza ise Avrupa sanatının kronolojik panoramasıdır. 

Madrid’te ilk olarak dünyaca ünlü Plaza de Toros de Las Ventas boğa güreşi arenasına gidiyoruz. 23.800 kişilik kapasitesi ile 1931 yılında açılmıştır. Kırmızı tuğla cephesi, seramik süslemeleri ve at nalı şeklinde kemerleri ile ilgi çekici bir yapı. Las Ventas, boğa güreşçileri (toreros) için en prestijli arena kabul edilmektedir. Mayıs ve Haziran aylarında düzenlenen San Isidro Festivali sırasında her gün boğa güreşleri yapılır. Boğa güreşi, İspanya’da hem kültürel miras hem de etik açıdan tartışmalı bir konudur. Hayvan hakları aktivistleri, güreşlerin tamamen yasaklanmasını isterken. Gelenekselciler, bunun İspanyol kültürünün bir parçası olduğunu savunurlar. Arenanın karşısında Cesar Las Ventas’da kahve içmeyi unutmayın. Kafenin duvarlarında boğaları seyretmek hoşunuza gidebilir. 

Plaza Mayor III.Felipe döneminde inşa edilmiş kent meydanıdır. Dikdörtgen şekilli üç katlı yapılarla sınırlanmıştır. Bu yapılarda bulunan 237 adet balkon Plaza Mayor meydanına bakmaktadır. 9 adet kemerli giriş kapısı vardır.Meydanın ortasında, Kral III.Felipe’nin atlı heykeli yer alır. 15.yüzyılda pazar yeri olarak kullanılmış. 1617 yılında mimar Juan Gomez de Mora tarafından bugünkü formuna dönüştürülmüştür.

Madrid’in nabzının attı yer diyebileceğimiz diğer ünlü meydanı Puerta del Sol, Güneş kapısı bulunmaktadır. Madrid'in sembolü Ayı ve Kocayemiş Ağacı heykeli meydanın girişinde yer alır. İspanya kara yollarının sıfır noktası olan "Kilometre Cero" (Kilometre sıfır taşı) burada bulunur. 

Plaza Major’da "Bocadillo de Calamares" kalamar sandviçinin tadına bakmayı unutmayın. Tatlı krizinize kesin çözüm ise Churros con chocalate. Plaza Major yakınlarında en meşhurunu tadabilirsiniz. Tapas denen küçük porsiyonlu mezelerini deneyebilirsiniz. Biz Plaza Major’da Sangria eşliğinde Kalamar tava, meşhur küçük biber kızartması ve okyanus lokumu'nu tercih ediyoruz. 

Madrid’te en sevdiğim yerlerden biri San Miguel Pazarı. İnanılmaz iştah kabartan tezgahların olduğu, ağız sulandıran lezzetler arasında seçim yapmakta zorlanılan bir kapalı pazar alanı. Burada bar sandalyelerinde oturup çeşitli mezelerin tadına bakıp köpüklü şarabınızı yudumlayabilirsiniz. Benim planım burada oturup keyif yapmaktı ancak, futbol maçı öncesine denk geldiğimiz için çok kalabalıktı ve gürültülü olunca Plaza Mayor’a gitmek zorunda kaldık. 

San Gines geçidinin yanındaki açık hava kitapçısını kaçırmayın. Eski görünümlü nostaljik kitapçı Madrid’in en eski ve en güzel kitapçısı. Diego Lograno tarafından kurulan ve 1650’lerden beri ikinci el ve eski basım kitapların yanında, yeni basım kitapları da bulmak mümkün. Koleksiyonerler için tam bir cennet. 

Parque de El Retiro; şehrin içinde yemyeşil yürüme yolları, devasa ağaçları, piknik alanları, gölde sandal keyfi ile görülmeye değer bir park. El Retiro parkı içinde yer alan Palacio de Cristal 1887 yılında Filipinler’den gelen bitki sergisi için geçici olarak yapılmıştır. Filipinler o dönem İspanya’nın sömürgesiydi. Ancak halk tarafından çok beğenildiği için kalıcı hale getirildi. Tamamen cam ve demirden yapılmış olan bina, ışığın camlardan süzülmesiyle oluşan görüntüsü ile büyüleyicidir. Yapının önünde yapay bir gölet ve içinde ördekler, kuğular bulunmaktadır. 

İspanya’yı bu kadar anlattıktan sonra Miguel de Cervantes’ten bahsetmeden olmaz. Sadece İspanyol edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli yazarlarından biridir. En çok bilinen eseri don Quijote (Don Kişot) ile ölümsüzleşmiştir. Plaza de Espana’da Cervantes’in heykeli Don Kişot ve Sacho Panza heykelleriyle birlikte yer alır. Meşhur hoşuma giden iki sözünü sizlerle paylaşacağım. 

"Nereye gideceğini bilmeyen biri için hiçbir rüzgar uy gun değildir."Çok okuyan ve çok gezen, çok şey görür ve çok şey bilir"

Retiro Parkı içinde yer alan Palacio de Velazquez tarih ve sanatsal bir sergi salonudur. İsmi Mimar Ricardo Velazques Bosco’nun soyadından gelmektedir. Reina sofia Müzesi’ne bağlı çağdaş sanat galerisidir. 

İspanya’yı Barcelona’dan başlayarak adım adım dolaştığımız turumuz, başkent Madrid’te sona eriyor. İspanya kültürü ile beni çok etkileyen bir ülke gezmek istediğim yerlerini bitirmiş değilim tekrar tekrar geleceğim lezzetli tapaslarını tatmaktan, Sangria veya Cava içmekten, müzelerini gezmekten çokta uzak kalamayacağımı biliyorum. Sizlerde bu kültürü tanıdıktan sonra vazgeçemeyeceksiniz.

Yorumlar (0)
Ayın Anketi Tümü
Yeni Yıl'da Hangi Kararları Alıyorsun?
Yeni Yıl'da Hangi Kararları Alıyorsun?
2
kapalı